Kimilerine göre Yunanca “para-deigma” dan, kimilerine göre ise etimolojik kökeni Fransızca olup, “paradigme”den gelen ve Amerikalı bilim felsefecisi Thomas Kuhn tarafından popüler hale getirilen paradigma kavramı; “belli bir zaman dilimi içinde bir grubun ya da topluluğun düşünme biçimi ve davranışlarını belirleyen bir dünya görüşü, bir algı dayanağı, bir izlenceler bütünü, bir perspektif, bir model” olarak tanımlanmaktadır.
Paradigma bir başka deyişle bir modelin, bir bakış açısının, kavrayış ve anlayışın adıdır.
En yaygın şekilde kullanılagelmiş anlayışa taban tabana zıt anlayış / tanımlara sahip olan paradigma kavramı en basit anlatımı ile bir olguyu anlama tarzı, bakış açısı olarak da tanımlanabilmektedir…
Marilyn Ferguson’un da belirttiği üzere; paradigma bir düşünce çatısıdır. Olaylara ve hayata bakış biçimimizdir…
Bir paradigma, uzun süren deneyimler ve başarısı kanıtlanmış süreçleri içerisinde barındırabilir ve belli bir bakış açısını ifade eden bu kavrama göre,subjektifbakış açıları ve özel algılayış biçimleri mevcuttur. Parmak izi gibidir, bakış açısı… Kişiden kişiye değişir. Hatta Stephen Covey’in de vurguladığı üzere; aynı enformasyona farklı bakış, davranışları belirler… Bakış açısı, birtakım sanılardan oluşan çerçevedir…
İşte bu noktadan hareketle, Sara Baruh’un eserlerine kişi hem arkadan hem de önden baktığında önyargılarının, düşüncelerinin, davranış ve hatta karakterinin sınırlarını çizdiği bakış açısıyla kendi görmek istediğini görmektedir; dolayısıyla izlenilen modelin, obje’nin anlamı her birey için farklıdır.
Teknik açıdan bakıldığında; resimden rengin çıkarılarak sadece ince Japon kağıdı, fırça ve mürekkebin oluşturduğu çizimler çift görünüme olanak vermektedir. Çini mürekkebinin beyaz kağıt üzerinde kimi zaman içimizdeki gece kadar karanlık siyahın, kimi zaman sonsuz gri tonlarının çarpıcı etkisi, izleyiciye gizemli bir anlatımı sunmaktadır. Çini mürekkebi ile yansıtılan enerjinin, gerçeğin renkleri ile yansıtılamayacak kadar güçlü olması şaşırtıcıdır… Ve bir anlamda bilinçaltının açığa çıktığı bir dışavurumla siyahın derinliğinde seyredilen resimlerin çift taraflı okunması, saklandıkları kutulardan çıkarılıp yazı okur gibi seyredilmesi, bize Japon Emakimono sanatını hatırlatmaktadır…
Sara Baruh için önemli bir diğer olgu; “yaşanmışlık, yıpranmışlık, eskilik”tir. Dışavurumcu minimal anlatım ile, oldukça ilkel bir materyal olan asfaltın kullanımı; yüzeyi formların baskısından kurtararak temel hareket noktasını oluşturan bu olguları yansıtmada kullanılan asırlık ağaçların seslenişini resme aktarmakta bir araç görevini görmektedir.
Çalışılacak konunun bilinmesine karşın, sonucun ne olacağı ve hatta ne şekilde ulaşılacağı, sanatçı tarafından bilinmemektedir. Tesadüflerin, izlerin, noktaların her nasılsa “bir yerlere” götüreceği bilinerek yolculuğa devam edilir. Ve bu bilinmeyene gitme süreci, zaman kavramının dışlandığı, neticesinde “okunacak eserlerin” ortaya çıktığı heyecanlı bir yolculuktur…